13 Temmuz 2010 Salı

NEFİS TERBİYESİ

Nefis terbiyesi isimli okuduğum çok güzel bir makaleyi paylaşmak istedim. Zaman ayırıp ve sabredip okumak isterseniz tavsiye ederim.

Kaynak : http://www.islamisite.com/content/nefis-terbiyesi


NEFİS  TERBİYESİ
   
    1. ADIM : NEFİS TERBİYESİNİN GEREKLİLİĞİNİ KAVRAMAKTIR.
Nefis ve Şeytan, insanın manevî ilerleyişinde en mühim iki engel. Nefis içeriden, Şeytan dışarıdan dünya ve ahire-timizi perişan etmek için durmadan çalışıyorlar. Nefsin mahiyetinde "gurur-kibir-menfaatçilik" gibi pek çok zararlı özellik var. Şeytan, işletilmeye uygun bu madenleri iyi biliyor ve işletiyor; nefsin zaaflarını tanıyor ve yakalıyor.
Günümüzde nefisler alabildiğine hür, alabildiğine serbest. Dinin günah kabul ettiği nice hareket, günlük hayatın âdeta birer parçası olmuş. Vitrinler nefse hitap ediyor, sokaklar nefse sesleniyor, TV programları nefsi günahlara kamçılıyor, şarkılar günaha çağırıyor. Günümüz insanı nefsi tanımıyor. Günümüz insanı nefis terbiyesinden habersiz. Günümüz insanı nefsin kulu kölesi. Hâlbuki bu huysuz atı iyi bir terbiyeyle dizginlemek ve gemlemek, onun sırtına binip yüce hedeflere doğru yol almak mümkün.
Modern insan eski çağların kölelik dönemlerinden kurtulduğunu söyler.  Günümüzde kölelik olmamakla beraber, çoğu insanın, nefsine kul ve köle olduğunu söyleyebiliriz. "Hür doğdum, hür yaşarım! Kime ne? Bana kimse karışamaz!" diyen bu zavallılar, nefislerine, tutkularına, kötü arzularına boyun eğdiklerinin, kölelik yaptıklarının farkında bile değillerdir. Gerçi ellerinde kelepçe, boyunlarında boyunduruk görülmez; fakat ruhları kelepçeli, iradeleri boyunduruk altındadır.
Bütün Kötülüklerin Anası
Adamın biri, annesini öldürür. "Niye anneni öldürdün?" diye sorulduğunda "Zina yapıyordu." der. "Anneni öldüreceğine beraber olduğu adamı öldürseydin." dediklerinde ise şu cevabı verir: "Her gün bir adam mı öldürmeliydim?"
Kıssayı nakleden Mevlâna, ardından şu hatırlatmayı yapar:"Ey insan!.. O kötü tabiatlı anne, senin nefsindir ki onun fesadı her tarafa yayılmıştır."
Yani insan yaptığı yanlışların sebebi, suçlusu olarak buna sebep olan insanları , olayları, durumları görüp kendini temize çıkarmaya, en azından kendini vicdanen rahatlatmaya çalışır. Fakat bu kıssadan hareketle esasen insanın kendi nefsini terbiye etmesi lüzumu açıktır. Aksi halde ölene kadar kendisinin yanlış yapmasına sebep olan olay, durum ya da kişiler az ya da çok var olacaktır. Bunların az olması tabii ki kolaylık olur. Ancak tamamen ortadan kaldırmak imkansızdır. Çünkü bunlar olacak ki sınav olsun ve iyiler, kötüler ayrılsın.
Gerçi nefsi öldürmek, yani onu bütün bütün susturmak  pek mümkün değildir. Ama onu terbiye ermek, kötülüğe değil iyiliğe sevketmek hem mümkün, hem de gereklidir.
Nefis, Bir Düşman mı?
Nefsi yok etmek imkanı yoktur. İstenen de bu değildir. Esas olan onu kötülüklerden uzak tutup iyiliklere yönlendirmek, meşru dairede kalmasını sağlamaktır.
    "Ancak Yüce Allah'a selim kalple gelenler kurtulur." (Şuara , 89), “Nefsini temizleyen kurtuldu. Nefsini kirleten ziyan etti..” (Şems,  9-10)  ayet-i kerimeleri de nefsin terbiye edilmesi gerektiği hakikatini bildiriyor.
 Terbiye edilen nefis ise insanın manevî yükselişinde en mühim bir unsurdur. Böyle bir nefis sahibi, ibadet vadilerinde gezer, daima helâl sahalarda dolaşır; Allah'a samimî kul, Peygamber'e sadık ümmet olarak yaşar. Hz. Yusuf, Kur'an'da nakledilen bir ifadesinde şöyle der: "Ben nefsimi hatadan uzak görmüyorum. Şüphesiz nefis, Rabbimin rahmetine mazhar kıldığı hâller dışında şiddetle kötülüğü emreder."
Demek ki bir peygamber bile nefsine güvenmiyor, normal şartlar altında nefsin daima günahı isteyeceğini bildiriyor.
Çocukta Nefis
Pek çok insan, çocukta nefis olmadığını zanneder. Halbuki nefsin insandaki sınır taramaz istekler, kötü özellikler toplamı olduğu düşünülürse çocukta da nefis olduğu görülür. Meselâ üç yaşındaki çocuğunuzla oyuncakçıya veya markete gittiğinizde çocuk, hoşuna giden her şeyi almak ister, bütçenizin bunları almaya uygun olup olmadığı onu hiç ilgilendirmez. Bir kardeşi dünyaya geldiğinde aşırı bir şekilde onu kıskanır, onunla ilgilenmenizden rahatsız olur. Aynı çocuk, siz bir şey verdiğinizde severek alır, onun elindekini isteseniz kolay kolay vermez. Görüldüğü gibi, çocukta "cimrilik-kıskançhk-menfaatçilik" gibi nefsin pek çok karakteri açıkça kendim belli eder.
Büyüklerin nefsi terbiyeye muhtaç olduğu gibi, çocuğun nefsi de terbiyeye muhtaçtır. "Ağaç, yaş iken eğilir." hükmünce, çocuğun nefsini terbiyeye daha küçükken başlamak isabetli olacaktır. Meselâ beraber markete giderken çocuğunuza "Bu defa marketten sadece ekmek alıp döneceğiz; çikolata almak yok!" deseniz ve bunu zaman zaman uygu-lasanuz, çocuk bazı isteklerini frenlemesi gerektiğini öğrenecektir. Yoksa, çocuğun her istediğini almanın, onu sorumsuzluğa-israfa-nefse mağlûbiyete" maruz bırakması kaçınılmazdır.
Keza, zaman zaman çocuğa "Al bakalım şu iki çikolatayı... Birini arkadaşına ver." deseniz çocuk, "verme"yi öğrenecektir.
Sirklerde gösterilerde kullanılan vahşî aslanlar, bakıcılarının talimatlarına göre şahane hareketler yaparlar. Bu vahşî hayvanları kuzu gibi uysal yapan sır, onların iyi bir terbiyeden geçmelerinde gizlidir; ve bu terbiye, aslanlar henüz yavru iken başlatılır!
Nefis Engeli
İnsan, bu dünyaya Allah'ı bulmak, O'nu tanımak, O'-nun gösterdiği yolda gitmek üzere gönderilmiştir. Fakat imtihan gereği olarak, Allah'a giden yol engellerle doludur. Nefis,bu engellerden en büyüğüdür! Engeller ise takılmak için değil, aşılmak içindir.
Nefsinin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun eğenler, artık Allah'ın gösterdiği yolda değil, nefsin gösterdiği yolda giderler.
Bu yolda sadece dünya vardır. Bu yolda oyun ve eğlence ile vakit öldürmek vardır. Bu yolda gayrimeşru zevkler vardır. Bu yolda "ben" merkezli kendini beğenmek, kendini satmak, kendi derdinde olmak vardır. Bu yolda ulvî gayelerden mahrumiyet, süflî gayelere yönelmek vardır.
Nehrin akış yönünden yüzmekle nehre karşı yüzmek farklı şeylerdir. Şu hayatta nefse rağmen iyi şeyler yapa-bilmek, nehre karşı yüzmeye benzer. Zordur, ama zevklidir. Her kişinin değil,  kişinin kârıdır.
   
    2. ADIM : NEFSİ TANIMAKTIR.
Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir. Meselâ, saatlerce TV karşısında bulunmak veya bir eğlencede vakit geçirmek, onu hiç de rahatsız etmez. Fakat dinî bir kitaptan bir saat okumak veya günde beş defa namaz kılmak, ona çok zor gelir. Konumuzu ilgilendiren bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.m.), şöyle der: "Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle, Cehennem de nefsin hoşuna giden şeylerle kuşatıldı!"
Nefsin bütün isteklerini gayri meşru görmek doğru değildir. "Yemek-içmek-evlenmek" gibi istekler, bir ihtiyaçtan kaynaklanırlar. Fakat bu isteklere ulaşmak ve bunlarla zevkten dört köşe olmakta nefis hiçbir sınır tanımak istemez. Tabir yerindeyse nefsin lügatinde "haram" yoktur. O, her ne şekilde olursa olsun bu isteklerine ulaşmaya çalışır, "Olsun da nasıl olursa olsun!" der. İşte, nefsin haram taramayan, sınır bilmeyen bu hâli, onun hevasıdır. İlâhî dinler, nefsin nevasına engel olacak sınırlar getirirler, "Şunlar helâldir, istifade edebilirsin; bunlar ise haramdır, uzak durmalısın!" derler.
 Meselâ şu Kur'an ayetlerine bakalım: 'Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi hevadan alıkoyarsa işte onun barınağı Cennet'tir." Hevaya tâbi bir insanda, meselâ yemek yemek, bir araç değil bir amaç hâline gelir. Yaşamak için değil, yemek için yaşar. Daha çok yemek, daha çok lezzet almak ister. Öyle ki akşam yemeğini Paris'te yiyip dönmek gibi çılgınlıklar, ona gayet normal gelir.
"Hevasını, ilâh edineni gördün mü?" ayeti, konumuz açısından gayet manidardır. İnsan ya Allah'ı ilâh olarak bilir ve O'na itaat eder ya da nefsin kötü arzularını putlaştırr, hevaya tâbi olur. Böyle birisinde tümüyle heva hükmeder. Heva, eline teşvik kamçısını alır, sahibini en rezil günahlara sevk eder.
Nefis-Akıl İlişkisi
Rivayet edilir ki Cenab-ı Hakk, kendi nurundan aklı yaratır. Ona "Gel." der, akıl gelir. "Git." der, gider. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Akıl "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben ise Senin âciz kulunum." diye cevap verir. Cenab-ı Hakk, akla hitaben der: "Senden daha aziz bir mahlûk yaratmadım. Seninle verir, seninle alırım."
Sonra, ateşten nefsi yaratır. Ona "Gel." der, nefis gelmez. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Nefis "Ben benim, sen sensin." der. Bunun üzerine onu ateşe atar. Nefis hâlâ "Ben benim, sen sensin." demektedir. Cenab-ı Hakk ardından nefsi aç bırakır. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorduğunda, nefis, "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, bense senin âciz kulunum!" cevabını verir!
Bu rivayet sembolik bir anlatımla, aklın ve nefsin konumlarını çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Akıl, Allah'a itaatkârdır, haddini bilir, aczini itiraf eder. Nefis ise isyankârdır, haddim aşar, aczini kabul etmek istemez. Ancak rivayette görüldüğü üzere, aç bırakılması gibi durumlarda haddini bilir, Allah'ı tanır, aklın dediğini o da demeye başlar.
Nefsin Zaafları
Halatlar ince yerlerinden kopar, kaleler zayıf yerlerinden fethedilir. Onun gibi, Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyeti ele geçirmek için nefsin zaaflarından istifade eder. Kur'an-ı Kerim, şu ayetiyle nefsin bazı zaaflarına dikkat çeker
"İnsanlara kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve tarıma karşı arzular süslü kılındı."
Yani insan, fıtratı itibarıyla bunlara son derece düşkündür; hayatı, bunları elde etmek için mücadeleyle geçer insanların en çetin imtihanları bunlarla olur.
Üstteki ayette nazara verilen zaaflardan başka, nefsin tembellik, midesine düşkünlük, övülmekten hoşlanmak, başkalarına karşı kibirlenmek, lüzumsuz öfkelenmek, kör hislere sahip olmak, tiryakilik, gaflet, cehalet, heva, heves, peşin lezzetlere müptelâ olmak... gibi daha nice zaafı vardır.
Nefsin zaafları herkeste aynı değildir. Bundan dolayı herkesin imtihanı farklı farklıdır. Kimi midesinden yakalanır, kimi methedilmekten... Kimisi hevesiyle perişan olur, kimisi tembelliğiyle... Basiretli insan, kendi vücut ülkesini iyi tanır, zaaflarım bilir, zayıf noktalarını kuvvetlendirerek nefse karşı direnir, bir "irade insanı" hâline gelir.
    3. ADIM : NEFSİ TERBİYE ETMEDE ESASLARI BİLMEKTİR.
    1. Esas : Gerçekten Niyet Etmek (Kararlı Olmak)
    Bu yola bilinçli ve isteyerek girildiyse uygulamada karşılaşılan zorluklardan yılmamak gerekir. Bu zorluğun da esası nefsin alışageldiği rahatlığı bırakmak istememesidir. Eğer kişi gerçekten kararlı ise düşe kalka hedefine doğru ilerler. Nefsin, sen bunu yapamazsın, ilk hatada, bak gördün mü, boşuna uğraşma, veya daha sonra denersin, biraz ara ver, gibi hilelerine aldanmaz.
    2. Esas : Nefsi Terbiye Etmedeki Amacı Bilmek
    Nefis terbiyesinden amaç eskilerin insan-ı kamil dedikleri her bakımdan olgun bir insan olmaktır. Olgun insandan kasıt Allah’ın istediği gibi bir kul olmaktır. Peygamberimiz bunun en güzel örneği olmuştur. O halde Kur’an’da Allah’ın istediklerini, yani emir ve yasaklarını bilmek ve bunlara göre yaşamaya çalışmak bu yolun esasıdır, denebilir. Bu prensipler, kitabın sonunda belirtilmiştir.
3. Esas: Ahiret İnancı ve Ölüm Gerçeği
Şu fâni dünya misafirhanesi, bir gün gelip kapanacak ve yerini ebedî ahiret âlemine bırakacakbr. Orada herkes, her yaptığından hesaba çekilecek, durumuna göre ceza veya mükâfat görecektir. Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde "hesap günü"nden bahseder. Meselâ: "Her kim zerre kadar hayır yapsa karşılığını görecek, her kim de zerre kadar şer işlese cezasını görecektir."
"O gün suçlular der: 'Bu nasıl amel defteri böyle?.. Küçük büyük ne varsa hepsini tek tek yazmış!'"
Ahiretin iki menzili vardır: Cennet ve Cehennem... Cennet, nefsini terbiye edenlere mükâfat yeri, Cehennem ise nefsin hevasma uyanlara ceza mahallidir. Malûmdur ki ödüllendirme ve cezalandırma, eğitimde mühim birer metottur. Bir öğrenciye büyük ödül vaat ederek veya onu şiddetli cezayla korkutarak dersinde başarılı olmasını sağlamak mümkündür. Cennet'ten daha büyük bir ödül, Cehennem'den daha şiddetli bir ceza olamaz.
İşte, insan, böyle noktalan düşünerek nefsine çok daha kolay söz dinletebilir, onu hayırlı şeylere daha rahat sevk edebilir.
"Hayat, sadece dünya hayatıdır." diyenler ise nefse hâkim olmakta böylesi bir dayanaktan mahrumdurlar. Zaten kendilerinin nefse hâkim olmak, onu terbiye etmek gibi problemleri de yoktur. Çünkü tümüyle nefse uymuşlar, onun arzularını tatmin etmeyi hayatlarının gayesi bilmişlerdir.
     Ölümü Düşünmek, Unutmamak
Şeker hastalığına yakalanmış değerli bir ilim adamına, "Bu hastalığın tedavisi yok mu?" diye sordum. Dedi: "Var: Ölen, kurtuluyor!" Benzeri bir durum, nefisten kurtuluşta söz konusu. İnsan, nefsin belâ ve şerrinden, cazibe ve fitnesinden daha bu dünyada kısmen kurtulabilirse de tümüyle kurtulması ölümle gerçekleşir. Çünkü ölü için "günahlara meyletmek, uzun emeller peşinde koşmak" gibi nefse ait özellikler arak söz konusu değildir!
Ancak "Ölmeden evvel ölünüz." emrine uyarak sanki ölmüş gibi günahlardan uzak yaşayanlar, nefsin hile ve desiselerinden daha dünyada iken kurtulurlar.
4. Esas : İlâhî Murakabe
Allah katında,  her insan önemlidir.
 İnsanı yaratan ve yaşatan Allah, onun her yaptığını görmekte ve bilmektedir. O'nün, her şeyi kuşatan bir ilmi vardır. Ayrıca görevli melekler yaratmış, bu meleklerle âlemde olup biten her şeyi kaydettirmektedir. "Kiramen Kâtibin" adı verilen bu melekler, tabir yerinde ise ellerinde kameralarla her an görev başındadırlar.
Mühim görevlerle bu dünyaya gönderilen ve her hareketi kaydedilen insan, rastgele hareket edemez, nefsin peşine takılıp gidemez; aksine "Ben başıboş değilim, vazifedar bir yolcuyum." deyip ciddî bir şekilde yaratılış gayesi doğrultusunda yol alır ve almalıdır.
    5. Esas: Dua
Nefsin Nurlanması
    "Allah'ım!..  Nefsimi  nurlandır!"  (Hz. Peygamber (a.s.m.), çok cihetle nur istediği bir duasında şöyle der: "Allah'ım!.. Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır. Sağımı nurlandır, solumu nurlandır. Üstümü nurlandır, altımı nurlandır. Önümü nurlandır, arkamı nurlandır. Allah'ım!.. Nefsimi nurlandır, nurumu azim kıl."
Bu nurlu duada Hz. Peygamber'in "Allah'ım!.. Nefsimi nurlandır!" demesi, konumuz olan nefis terbiyesi açısından özel bir önem arz eder. Şöyle ki: Siyah kömür, ateşe atılınca nuraniyet kesbeder, işe yarar. Pis gübre, gül fidesinin alfana bırakıldığında gülü gü-zelleştirir, hoş kokulara inkılâp eder. Nahoş kokulara sahip petrol, rafine edildiğinde "siyah altın"a dönüşür, kendisinden yüzlerce faydalı mamul madde elde edilir. Onun gibi, şu süflî nefis dahi iyi bir terbiyeyle nuraniyet kazanır, insanın manevî seyru sülûkunda "ateşleyici ve tetikleyici bir unsur" hâline gelir. O zaman süflî zevkler yerine ulvî zevklere yönelir. İsyan-tuğyan yerine Rabbine itaat eder. Böylece gerçek mecrasını bulur, Cennet'e lâyık bir kıymet kazanır.
Hz. Peygamber (a.s.m.), "Cennet'e ancak Allah'a teslim olan nefis girecektir." buyurur. O'na teslim olmayan nefisler ise ateşe teslim edileceklerdir.
İlâhî İsimlerden Yardım
Her şeyin dizgini, Allah'ın elindedir. Söz dinletmekte zorlandığımız nefis de yine O'nıın tasarrufu altındadır. İnsan, çok cihetle Allah'ın yardımına muhtaç olduğu gibi, nefsi terbiyede de yine O'na muhtaçtır. Çünkü her şeyin dizgini, Allah'ın elindedir. Söz dinletmekte zorlandığımız nefis de yine O'nün tasarrufu altındadır.
insan, Allah'ın kemaline unvan olan İlâhî isimlere daima müracaat edebilir, onlardan medet ve feyiz alabilir. Sözgelimi O'nün "Safi" ismini anarak şifa, "Rezzak" ismiyle rızk, "Settar" ismini zikrederek ayıplarının örtülmesini, "Gaffar" ismini zikrederek günahlarının bağışlanmasını... talep eder.
Nefis terbiyesi hususunda özellikle şu isimleri zikrederek nefse hâkimiyet sağlanabilir:
"Rab:" Cenab-ı Hakk, bütün âlemlerin terbiye edicisi-dir. Gerçek manada nefsimizin terbiyesi yine O'nün inaye-tiyle olacaktır.
"Nur" Cenab-ı Hakk, Göklerin ve Yer'in nurudur. Gecenin karanlığından gündüzün aydınlığına çıkarır. Zulmani olan nefis, bu isme mazhariyetle nuranî hâle gelir. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m.), çok cihetle nur istediği bir duasında "Yarabbı!.. Nefsimi nurlandır!"83 demiştir "Latîf:" Cenab-ı Hakk, kesafetli olan topraktan,' letafetli olan çiçekler çıkarttır.
"Kahhar:" Allah'ın mülkünde her şey, O'na tam bir itaat halindedir. Bu ismin tecellilerini tefekkür eden insan, o serkeş nefsini Allah'a itaate sevk eder. Arz ve Sema'nın itaat ettiği zata, nefsin de itaat etmesi yaraşır.
"Sabur" Sabrın mühim bir çeşidi, nefsin günah meyillerine karşı koymaktır; ve bu o kadar kolay bir şey de değildir. İnsan, "Ya Sabûr!.." diyerek bu meyillere karşı Allah'tan sabır ister.
"Metin ve Kavi:" Cenab-ı Hakk, demir gibi bazı şeylere sağlamlık özelliği vermiştir. Nefsin kuvvetli arzularına karşı çelikten bir irade lâzımdır ki dayanılabilsin. Bu da "Metin ve Kavf' isimlerinden medet almakla gerçekleşir.
"Kadir:" Cenab-ı Hakk, sonsuz kudret sahibidir. "Bir şeyi murat ettiğinde 'Ol.' der ve o şey olur." Gökler ve Yer, O'na tam bir itaat halindedir. İnsan bunları düşünüp şöyle dua edebilir:
"Ey Gökleri ve Yer'i yaratan; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine itaat ettiren Allah'ım!.. Nefsimi bana itaat ettir!"
"Kuddüs:" Cenab-ı Hakk, zatında her türlü noksandan münezzehtir. Bu ismin tecellisiyle kâinatı da pırıl pırıl, tertemiz yapmıştır. İnsan bu ismi tefekkür ederek şöyle yalvarabilir.    ,,
"Ey Kuddüs olan Allah'm!.. Nefsimi-sırrımı günahlardan, kusurlardan tertemiz yap!"
"Adl:" Cenab-ı Hakk, her şeye bir nizam, bir denge vermiş ve haddi aşmaya kabiliyetli olanları durdurmuştur. Meselâ dünyayı çepeçevre saran denizler, ilâhî adalet sonucu karalara tecavüz etmez; Ay ve Güneş, kendilerine belirlenen yörüngelerden çıkmazlar. İnsan bu ilâhî ismi düşünerek, "Yarabbi!.. Nefsimi mutedil kıl, beni onun taşkınlıklarından koru." der, sükûnet bulur.
"Hakîm:" Cenab-ı Hakk, her şeyi hikmetle yapar, O'-nun tasarrufunda abes yoktur, her yaptığı yerli yerindedir. Nefis ise abes şeylere meyleder, boş işlerle oyalanmaktan lezzet alır. Bu ismin nurlarına mazhariyetle böyle boş işlerden kurtulur, her işini hikmetle yapmaya çalışır.
İşte, daha bunlar gibi diğer ilâhî isimlerden medet alarak, insan, nefsini terbiye edebilir, onu en ileri kemal noktalarına sevk edebilir.
6. Esas: Mürşit Unsuru
Öğrenciler, öğretmenlerin nezaretinde eğitim görürler. Çıraklar ustalarından sanat öğrenirler. Sporcular, antrenörlerin rehberliğinde antrenman yaparlar. Bütün bunlarda "bir yol gösterici"ye ihtiyaç olduğu gibi, nefis terbiyesinde de "mürşit'e ihtiyaç vardır.
"Mürşit," "irşat eden-yol gösteren" anlamındadır.Kur'an-ı Kerim, bir mürşittir; insanlara hidayet yollarını gösterir. Hz. Peygamber bir mürşittir; Kur'an'ın teorik olarak gösterdiği esasların pratik uygulamasını yapar. Bu yüzdendir ki Hz. Aişe, Resulullah'ın ahlâkını soranlara, "Siz Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlâkı Kur'an ahlâkı idi." demekteydi. Kur'an, Hz. Peygamber'i "usve-i hasene," yani "güzel örnek" olarak anlatır. O, bütün insanlığa rehberdir, model insandır.
Tarikattaki şeyh, bir mürşittir. "Peygamber'de fâni ol-' mak ve "Allah'ta fâni olmak" anlamında olan "fena fir-resul "fena fillâh" makamlarına çıkmaya vesile olur.
Medresedeki âlim, bir mürşittir. Nitekim, Hz. Peygamber, "Âlimler, peygamberlerin varisleridir." buyurmuştur.
İnsan böyle mürşitlerden ders almazsa boşlukta kalır, Şeytan'ın elinde oyuncak olur. Nitekim, "Mürşidi olmayanın mürşidi, Şeytan'dır!" denilmiştir. Mürşitlerden istifade edenler ise insaniyetin en alt mertebelerinden en yüce zirvelerine doğru yol alırlar.
7. Esas: Nefsin Tekebbürünü Kırmak
Nefis, birtakım meziyetleri sebebiyle gururlanmak ister. Meselâ güzelliğine aldanır, servetine güvenir, saltanatıyla hava atmak ister, güç ve kudret sahibi olduğunu zanneder, sanatıyla mağrur olur.
Hâlbuki bunların nereden ve kimden geldiğini, akıbetlerinin ne olacağını düşünse kibirden, gururdan vazgeçer. Meselâ aldanmış olduğu güzelliği, arızî ve geçici bir güzelliktir. Ayaz vurmuş çiçeklerin pörsümesi gibi, ihtiyarlık mevsimi geldiğinde yüzü buruşacak, o güzellikten eser kalmayacaktır. Güvenmiş olduğu servet, "bugün var yarın yok" türünden bir şeydir. Ekonomik bir krizle bütün serveti sıfırlanabilir, hatta sıfırın altına düşebilir.
Yaptığı resim tablolarıyla gururlanan biri, her varlıktaki İlâhî sanatı düşündüğünde haddini bilir, kibirden kurtulur, "Gerçek sanatkâr, Allah!.." der. Diğer taraftan insan, evvelinin "nutfe," akıbetinin "cife" olduğunu hatırladığında haddini bilir, zararlı tekebbürden kurtulur.
Sözgelimi nefis, ibadete yanaşmak istemez. Buna karşı onun ellerini bağlamak, belini bükmek, yüzünü sürtmek gerekir. Nefis, Akmadan usanmadan "ben" der durur. Öyleyse insan Hakk'ı zikretmeli, "kalbiyle-ruhuyla-bütün duygularıyla" hep O'na teveccüh eylemelidir. Belki de bunun için olsa gerek, tarikat ehli "Hu [O]" zamirini virt edinirler, nefis "Ben." dedikçe onlar "O." derler." Kitap okumak nefse zor gelir, Allah'ı zikirden geri durur, şahsî çıkarının olmadığı yerde bulunmak istemez, gece ibadetinden âdeta kaçar. Öyle ise hemen bunları ve benzeri iyilikleri yapmak lâzımdır. Diğer taraftan kendini övmekten ve övülmekten zevk duyar, şehvanî şarkılardan hoşlanır, müstehcen manzaralardan lezzet alır, gayrimeşru gece hayatına meyyaldir. Öyle ise bunlardan ve benzerlerinden uzak kalmak gerekir. 
8. Esas: Şiddetli Uyarım Alanları
Çocuk, oyuncakçı dükkânına girdiğinde şiddetli bir uyarımla karşı karşıya kalır. Birbirinden cazip oyuncakların her biri âdeta "Gel, beni al!" diye haykırmaktadır. Oyuncakçı dükkânından çıktığında ise bu ses, şiddetim kaybeder.
Devamlı dünyevî sohbetlerin yapıldığı yerlere giden birisi, nefsinde dünyaya karşı kuvvetli meyiller olduğunu görür. Müstehcen şeylere bakan birisi, gayrimeşru ilişkilere düşmekten kurtulamaz. TV'de devamlı reklâmları izleyen birisi, reklâmı yapılan malları alma hissiyle dolup taşar. Her izleyişi, satın alma hissini biraz daha kamçılar. Nefse hâkim olmanın önemli esaslarından biri, onu böyle şiddetli uyarım alanlarından uzak tutmaktır. Peygamberler ve büyük maneviyat erleri, en azından hayatlarının belli bir döneminde toplumdan uzak kalmış, tümüyle iç âlemlerine yönelmişlerdir. Hak yolda ilerlemek isteyenler, günümüz hayat şartlarında hiç olmazsa bir aylarını insanlardan ve günahlardan uzak yerlerde değerlendirebilir, gönül dünyalarının "yıllık bakım"ım yapabilirler.
İslam’a uymayan TV kanallarının hemen hemen bütün programları nefse yöneliktir. Pek çoğu haramlarla doludur. En büyük zararı da insanı dinden uzaklaştıran dünya hırsını kamçılar. Bu kanalları seyretmemek kişiye nefis terbiyesinde büyük mesafe kazandırır. Bunlar yerine faydalı programlar da seyredilebilirse bu işte epey mesafe alınmış olur.
    9. Esas: Nefsi İyiliğe Yönlendirmek
"Allah'ım!.. Doymayan bir nefisten Sana sığınırım!" Hz. Muhammed (a.s.m.)
Doymamak ve dolmamak, nefsin belli başlı özelliklerin-dendir. "Âdem oğlunun iki vadi dolusu altnı olsa bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur!" hadisi, insan nefsinin bu yönünü ifade eder.
Mesela, ömür boyu kendisine ve ailesine yetecek servete sahip biri, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi hırsla dünyaya saldırır, daha fazla, daha fazla kazanmak ister. Kendisini alkışlayanlar, methedenler hayli olduğu hâlde o, içinden, "Daha yok mu, daha yok mu?" der. En güzel arabalardan birine bindiği hâlde yeni yeni modeller araştırır, onlara ulaşmaya çalışır. Çılgınca icra edilen eğlencelere katıldığı hâlde bir türlü tatmin olmaz, yeni yeni çılgınlıklar peşinde koşar. Aslında nefsin bu özelliğinden müspet alanlarda yararlanmak mümkündür. Sözgelimi, daha fazla ilim, daha fazla hizmet, daha fazla başarı, daha fazla marifet…
"Bir şeyi aşın sevmen, seni kör ve sağır yapar."
 Aslında insanın âşık olduğu şeyler, sevilmeyecek şeyler değildir. İnsan fıtraten bunlara meyilli yaratılmıştır. İşi tehlikeli yapan, sevgide ölçüyü kaçırmak, lezzeti lezzet için istemektir. Meselâ güzel bir arabayı sırf keyif sürmek için istemek, şehvanî ve nefsanî bir sevgidir. Aynı arabayı zamanı daha iyi değerlendirmek, işlerini daha sür'atli yapmak, güzel faaliyetlerde her tarafa yetişmeye çalışmak için istemek ise meşru bir muhabbettir. Böyle bir muhabbet, kınanmaya değil, övgüye lâyıktır.
Nefsi Öldürmek
"Nefislerinizi   öldürün." Kur'an-ı  Kerim
Hz. Musa zamanında İsrailoğullarından bazıları, Allah'ın dinine girdikten sonra, bir ilâh imiş gibi buzağıya taparlar. Hz. Musa bunlara şöyle der: "Ey kavmim!.. Sizler buzağıyı ilâh edinmekle nefsinize zulmettiniz. Öyle ise Yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün." Ayetin "Nefislerinizi öldürün." kısmı, bir yönüyle "nefsin arzularını kesmek, onu bütün bütün susturmak" şeklinde anlaşılmış ve tasavvuf ehlince kullanılan bir deyim hâlini almıştır.
 Mesela, nefiste olan şiddetli hırsı susturmak yerine o şiddetli hırsı ilme, amele ve ihlâsa yönlendirmek, daha faydalıdır. Benzeri bir şekilde, zengin olma arzusunu iptal etmek yerine serveti Hakk'ın yolunda halka hizmette kullanmak; kaliteli bir arabaya binme sevdasını yok etmek yerine o arabayla iyi yerlere gitmek... insan tabiatına daha uygun olacaktır.
Bu gerçeği bilmeyen bazı nasihatçiler, öğüt verirken "Haset etme! Hırs gösterme! Düşmanlık yapma! Dünyayı sevme!" şeklinde ifadeler kullanırlar. Böyle diyeceklerine, "Bunların yönlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını •değiştiriniz." deseler sözleri daha etkili olacaktır.
10. Esas: Nefsi, Hakikatlerle Meşgul Etmek.
Tabiat, boşluk kabul etmez. İmam Şafiî'ye nisbet edilen şu söz, nefis terbiyesinde de mühim bir esastır: "Sen, hakla meşgul ol; yoksa, batıl, seni istilâ edecektir!"
İnsan ya hak ve hakikatle meşgul olur veya lüzumsuz şeyler onun hayatını doldurur; zira tabiat, boşluk kabul etmez.
Verimli bir tarlaya sahip olan kişi, ya o tarlayı sürer, güzel tohumlar serper, sulamasını yapar ve neticede iyi bir mahsul elde eder veya o tarlayı kendi hâline bırakır, tarla faydasız ot ve dikenlerle dolar. Tarlanın ot ve dikenlerle dolması için özel bir gayret sarf etmeye lüzum yoktur, kendi hâline terk etmek yeterlidir; ama iyi mahsul almak için özel bir çaba sarf etmek gerekir.
İşte, nefsi hak ve hakikatle meşgul etmek, özel bir cehd, ciddî bir gayret ister. Meselâ ibadetle, zikirle, kitap okumakla, tefekkürle günün saatlerini doldurunca nefse pek vakit kalmaz. Fakat günlük programımızı dolduracak böyle şeyler yoksa, nefis bizi başka şeylerle oyalar, kendi programını tatbik eder.
Hayatımızın eski sayfalarında az veya çok, günah lekeleri olabilir. Ama ciddî bir kararla ve kararlılıkla hayatımızda yeni, parlak ve beyaz bir sayfa açabiliriz. Bütün nefislere seslenen ve müjde veren Zümer Suresinin 53. ayetini, nefis taşıyan herkese hatırlatmak istiyoruz: "De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım!.. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz; çünkü Allah, günahları affeder. Gerçekten O, Ğafur-Rahim'dir." Ölüm anında şu müjdeli İlâhî hitaba muhatap olmayı, herkes için en büyük saadet biliyoruz: "Ey mutmain nefis!.. Sen O'ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cenneti-me gir."
11. Esas: Nefis Terbiyesi Ömür Boyu Şuurlu Olmayı Gerektirir
Nefis Ejderhası
Bir yılan avcısı, dağda donmuş bir ejderha bulur. Ölmüş zannederek şehre getirir. Halk, bu büyük ejderhanın etrafında halka olmuş seyrederken güneşin ısısıyla buzları çözülen ejderha, kıpırdamaya başlar. Halk, dehşet içinde sağa sola kaçışır. Yılancı ise korkusundan ne yapacağını bilemez. Ejderha, yılancının üzerine saldırır ve işini bitirir!
Hikâyedeki ejderha, nefsi temsil etmektedir. Nefis ejderhası bazen ölü gibi hareketsiz görülse de bu hâli geçicidir. Her an harekete geçebilir, sahibine zarar verebilir. Meselâ karşı cinse karşı ilgi, bulûğ dönemiyle birlikte kıpırdanmaya başlar. Benzeri bir durumu, mal makam gibi nefsin düşkün olduğu şeylerde görürüz. İnsan, hayatının bir döneminde bunlara karşı ilgisiz kalsa bile uygun bir ortam meydana geldiğinde nefis bunlara meyleder, ulaşmaya çalışır.
       Nefisle Mücadelede Devamlılık
Profesyonel sporcular, "yemelerine, içmelerine, uyumalarına, antrenmanlarına" dikkat etmek zorundadırlar. Ve bu dikkat, devamlılık arz eder. Sözgelimi bir hafta antrenmana katılmayan bir sporcu, hantallaşır ve müsabakada bir varlık gösteremez.
Benzeri bir durum, nefisle mücadelede görülür. Bir imtihan salonu olan şu dünyada yaşayan insanlar, ömürlerinin sonuna kadar nefisle imtihan edildiklerinden, hiçbir zaman "Artık nefisle mücadelem bitti, kurtuldum!" diyemezler.
Nefisle Güreş
Hz. Peygamber (a.s.m.), şöyle buyurur: "Pehlivan, rakibinin sırtım yere getiren değil, öfke anında nefsine hâkim olabilendir." İnsan, zaman zaman durgun deniz misali sükûnet hâli yaşar, fakat bazen de dağlar gibi dalgaları olan denize benzer. Bu durumda öfke şişer şişer ve insanın bütün benliğini kaplar. İşte, böyle bir hâlde nefse hâkim olabilmek hiç de kolay değildir. Zira "öfkede akıl yoktur." Öfke konuşunca akıl susar.
Öfke tümüyle insanı bürüdüğü zaman nefse hâkimiyet zor olmakla beraber, imkânsız değildir. O anda insan "La havle velâ kuvvete illâ billâh." veya "Ya Sabûr!.." diyerek Allah'tan yardım diler. Onun yardımıyla hiddeti-öfkesi dinmeye başlar, sükûnete kavuşur. Cazip rüşvet teklifi alan bir memur, içi para dolu olan bir cüzdan bulan bir kişi, bazı tavizler karşılığında daha yüksek bir makama getirilecek bir amir, imtihanda kopya çekme imkânı olan bir talebe... nefisleriyle yaka paça olurlar, ciddî bir sınavdan geçerler. İç âlemlerindeki manzara, tam bir güreş manzarasıdır: Nefis saldırmakta, onlar korunmaya çalışmaktadır.
Nefisle yapılan güreş, bir ömür boyu sürer. Kimileri nefsin isteklerine hep yenik düşer; kimileri de zaman zaman yener, bazen de yenilir, ama sayıyla galip sayılırlar; kimileri ise nefse göz açtırmaz, fırsat vermez, onu mağlup ederler.

Hiç yorum yok: